Kendimi anlatmaya başlamadan önce sizin hazır bulunuşluğunuzu test etmek adına size bazı sorular sorabilirim. Belki de zaten bildiğiniz bir konuya fazla zaman ayırarak müfredat ipine daha da dolanmak istemiyorumdur. Sadece kendimi anlatmak istiyor da olabilirim. Kim bilinmek istemez ki? Hatta önce bir soruyla, bir olayla veya bir trajediyle merak uyandırıp daha sonra da işte “ben o merak ettiğiniz kişiyim” diye ortaya fırlamak hepimizin ara sıra hayal ettiği bir şey değil midir? Bilinmeyi herkes arzular. Olmadık yerlerimizde gezen merak dolu bakışlar ya peşine düştüğümüz ya da özellikle kaçtığımız bir günahtır nazarımda.
Şöhreti biz Yeşilçam filmleri ile tanıdık; radyolarla ve kasetlerle pekiştirdik. Üstüne çok derin düşünecek zamanımız da yoktu çünkü hepimiz şöhret olmak istiyorduk. Meşhurluk bizim için sinema, radyo, televizyon ve gazetelerde; büyük ve küçük ibolar, minik serçeler, aydın kuşlardı. İşler kolay gözükse de belli ki o güne gelmeleri zor olmuştu. Şöhret olmak için kadınların doğru adamlarla yatması, adamların doğru adamlara biat ederken yanlış kadınlarla yatmaması gerekliydi; en azından filmlerde öyle anlatılıyordu.
Sonrasında televizyon şöhretin tapınağı oldu. Bir nevi ünlülük dininin haccı televizyondu, farzı Beyaz Show. Maalesef televizyona çıkmayan bir şöhret tam şöhret olamıyordu. Özel kanalların bir bir açılmasıyla birlikte şöhret anlayışımız daha fazla televizyon odağına geçti. Reality şovlar televizyonların vazgeçilmezi olmasıyla birlikte artık şöhret olmak için şarkı söylemeniz veya güzel bir oyuncu olmanız da gerekmiyordu. İlk bulduğunuz kameranın karşısında yeterince saçmalamanız şöhret olmak için neredeyse yeterliydi. Aman tanrım! Yoksa Andy Warhol‘ın kehaneti gerçek mi oluyordu?
İnsanlık tarihi boyunca kellelere, topraklara hatta imparatorluklara mal olan tanınırlık git gide daha ulaşılabilir oluyordu. Harry Potter evreninde üç büyücü turnuvasının ödülü olan sonsuz şöhret nasıl istemediğini iddia ettiği halde Harry’nin olmuşsa; aynı şekilde istemeye istemeye hepimiz şöhret olmaya doğru gidiyorduk. Derken İnternet geldi ve kendimizi kaptırmamız çok zor olmadı.
Günümüzde hepimiz ünlüyüz. Bu birden olduğu kadar kimsenin şaşırmayacağı kadar da yavaş oldu. Bu yüzden işte her fırsatta, yerli veya yersiz birbirimize soruyoruz: Sen benim kim olduğumu biliyor musun? Bu amansız ve büyük şöhretimden nasıl eksik kaldın? Neden benden korkmuyorsun? Neden bilmiyorsun? Bilseydin böyle yapmazdın! Derken gerek kendi gerekse de millet vekili dayımızın şöhretini herkese haykırmak ister hale geldik.
… diyerek biraz daha yaklaştım ve ellerimle belinden kavradım. Çekingenlik ve küstahlığın bir karışımıyla gözlerini kaçırıyordu. Bir elimi saten elbisesinden yukarı kaydırarak incecik boynuna ulaştım. Daha sonra usul fakat güçlü bir şekilde başını kendime doğru çekip kulağına fısıldadıdım… Sen benim kim olduğumu biliyor musun?
Bir cevap yazın